Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Türkiye’de Kadının Çalışma Hayatındaki Yeri
ECEHAN ÜNSUR
Toplumsal cinsiyet, bireylerin biyolojik cinsiyetlerinden bağımsız olarak toplumda nasıl göründükleri ve davrandıklarıyla ilgili beklentileri ifade eder. Toplumun belirli bir kültür, gelenek ve etik kurallarına göre belirlenir ve insanların erkeklik ve kadınlık rollerine göre davranmaları beklenir. Toplumsal cinsiyet, toplumun erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerini, güç dinamiklerini ve eşitsizlikleri yansıtır. Bireylerin, toplumda etkin bir rol alması, toplumla uyum içinde yaşayabilmesi, haklarını bilmesi ve kullanabilmesi ile yakından ilişkilidir. Bu kavram ilk olarak, psikiyatrist Robert Stoller tarafından 1968 yılında Sex and Gender kitabında kullanılmıştır. Stoller, toplumsal cinsiyetin, biyolojik cinsiyetten farklı olduğu fikrini öne sürmüştür (Avşar, 2017). Daha sonrasında 1972 yılında Ann Oakley tarafından toplumsal cinsiyet kavramı sosyolojiye dahil edilmiştir. Ann Oakley cinsiyeti, biyolojik olarak kadın ve erkek ayrımı biçiminde tanımlamaktadır. Toplumsal cinsiyetin ise, kadınlık ve erkeklik arasında toplumsal açıdan eşit olmayan biçimde bölünmeyi ifade ettiğini belirtmektedir.
Toplumsal cinsiyet kavramı, cinsiyet kavramının sınırlı olmasından, cinsiyet kavramının sadece biyolojik olarak tanımlanmasından kurtulmak amacıyla kullanılmıştır. Toplumsal cinsiyet genel bir şekilde izah edilecek olursa, farklı zamanlarda farklı coğrafyalarda veya farklı kültürlerde kadın ve erkeklere yüklenen roller ve sorumluluklar aracılığıyla ortaya çıkan cinsiyet kimliklerini ifade etmektedir. Kadınlar ve erkeklere yönelik hangi davranışların doğru veya yanlış olduğu, kadınların ve erkeklerin hangi işleri yapabilecekleri konuları toplumsallaşma sürecinde kültür ile öğrenilen kavramlardır. Bu rol ve işlevlerin nasıl yerine getirileceği, hangi anlamlar yükleneceği, toplumsal olarak belirlenir ve kültürün içinde öğrenilmektedir. Böylelikle kadınlara ve erkeklere yüklenen roller, zamana, kültüre ve mekâna bağlı olarak değişmeye açıktır. Toplumsal cinsiyet rolleride, kadın ve erkek arasındaki farklılıkların toplumsal olarak nasıl algılandığına bağlı olarak ortaya çıkmıştır (Bütün, 2010).
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramı, erkekler ve kadınlar arasındaki güç, imkan ve fırsat dağılımında adaletsizlik ve farklılıkların olduğu bir durumdur. Bu eşitsizlikler, kadınların ekonomik, politik ve sosyal hayatta erkeklere göre daha dezavantajlı olmasına ve bazı haklardan yoksun kalmalarına neden olabilir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, cinsiyet temelli bir ayrımcılık türüdür ve toplumsal cinsiyet rolleri ve stereotiplerinin devam etmesine de katkıda bulunur. Cinsiyete dayalı iş bölümü, kadınlarla erkekleri farklılaştırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal kaynaklara erişimlerini de etkiler ve eşitsiz kılar.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği; çalışma yaşamı, sağlık ve karar mekanizmalarına katılım gibi yaşamın her alanında ciddi boyutlardadır. Bu eşitsizlik, yalnızca kadınları etkilemekle kalmamakta, aynı zamanda ülkenin demokratikleşmesinin ve kalkınmasının önünde de ciddi bir engel oluşturmaktadır.
Ülkemizde toplumsal cinsiyet kavramı hiçbir zaman sabit olmamıştır. Günlük hayatta kullanılan en yaygın bazı cümlelerden olan evin reisi erkektir, yuvayı dişi kuş yapar gibi çoğu betimlemeler bireylere yüklenilen sorumlulukları ve beklentileri en basit şekilde sunmaktadır. Bir olay, olgu ya da durumu ortaya koyan ve bunları özetleyen atasözleri var olan duruma yönelik olarak da öneri veya sergilenecek tutum ya da eylem hakkında bilgilendiricidir. Kadın olgusu atasözlerinde gerek doğrudan kadın olarak, gerekse üstlendiği roller bakımından yer almaktadır. Bu atasözleri ya doğrudan kadını odağına yerleştirmekte ya da onu edilgin, bağımlı göstermektedir. “Şirin Tekeli’nin yıllar önce yaptığı bir araştırmaya göre Türkçede 17.740 atasözü ve deyimin 300 kadarının kadınları konu ettiği tespit edilmiştir” (Ulusoy, 2014). Atasözlerinde kadın olgusu kadınla birlikte anılan kavramları çağrıştırmaktadır. Bu kavramlar içinde şiddet, aşk, cinsellik, güzellik, akıl gibi kavramlar öne çıkmaktadır. Bunun dışında kadının aile ve sosyal yaşamda kız evlat, eş, anne hatta kardeş olarak üstlendiği rollere dair atasözleri de yoğunlukla kullanılmaktadır. Bu rollere bakıldığında geleneksel bir yapı taşıdıkları rahatlıkla söylenebilir. Kadına yönelik atasözleri sıklıkla olumsuzlayıcı bir niteliğe sahiptirler. “Atasözlerimizde kadın kavramı ve özelliklerinin erkekten daha ayrıntılı ele alındığı ancak kadınla ilgili olumsuz ifadelere daha fazla yer verildiği” (Küçük, 2003: 213) bilinmektedir.
Kadınların Türkiye’de iş hayatına atılması, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana geçen süre içerisinde önemli gelişmeler kaydetmiştir. Ancak, yine de kadınlar için iş hayatında eşitlik sağlanamamıştır ve hala pek çok sorunla karşı karşıya kalınmaktadır. Bu sorunlar, kadınları çalışma hayatından uzaklaştırmaktadır.
Türkiye’deki kadınların iş hayatında temsili, dünya geneline kıyasla düşüktür. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2019 yılında kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 34,3 iken, erkeklerde bu oran yüzde 72,1’dir. Bu oranın düşük olması, kadınların iş piyasasında var olan engellerle karşılaştığını göstermektedir.
Kadınların çalışma hayatlarına başlamada en büyük engellerden biri, toplumsal cinsiyet stereotipleridir. Geleneksel toplumlarda, kadınların ev işleriyle ilgilenmesi ve çocuk bakımı gibi faaliyetlerde bulunması beklenirken, erkekler iş yaşamında aktif rol alır. Ancak günümüzde kadınlar, geleneksel cinsiyet rollerine meydan okuyarak, birçok alanda iş gücüne katılım sağlamaktadır. Ancak hala işyerinde kadınların karşılaştığı bazı zorluklar mevcuttur ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği sürmektedir. Kadının çalışma hayatındaki rolü, toplumsal cinsiyetin ve toplumsal yapının etkisi altında şekillenir. Bu rol, kadınların işgücüne katılım oranı, işyerindeki pozisyonları, ücret düzeyi, işyerindeki fırsat eşitliği ve benzeri faktörlerin etkisi altındadır. Kadının çalışma hayatındaki rolü, toplumsal cinsiyet eşitliği için sürdürülebilirliğin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Eşit iş fırsatları sayesinde, kadınlar ekonomik özgürlük kazanarak, bağımsız karar verme yeteneklerini geliştirerek, aile hayatlarına daha aktif katkıda bulunarak ve ülkelerinin ekonomik gelişimine katkı sağlayarak, kişisel başarı elde ederler.
Ülkemizde toplumun büyük bir kısmı hala geleneksel cinsiyet rollerine sıkı sıkıya bağlıdır ve bu da kadınların iş gücüne katılımını sınırlamaktadır. Kadınlar, iş hayatında erkeklere oranla daha az terfi etmekte ve daha az maaş almaktadır. Bu durum, kadınların iş hayatından daha çabuk uzaklaştırılmasına sebep olabilmektedir. Yasal düzenlemelerde de kadınlar aleyhine düzenlemelerin olması, çalışma hayatındaki cinsiyet ayrımcılığının bir başka nedenidir. Örneğin, bir çok işveren hamile olan kadınları işten çıkarmaktadır. Ayrıca, kadınların gebe kalma haklarına müdahale eden işverenler de mevcuttur. Bunun yanı sıra, kadınların işe alım sürecinde sadece cinsiyetleri nedeniyle ayrımcılık yapılmaktadır. Bu gibi durumlar kadınları iş hayatında geri bırakarak, işe uygun olmayan işleri kabul etmelerine ve kariyerlerinde ilerleme kaydedememelerine yol açmaktadır.
Ekonomik koşullar kadınların çalışma hayatındaki rolünü etkileyen bir diğer faktördür. Türkiye’deki düşük maaş düzeyleri, kadınların işgücüne dahil olmalarını engelleyebilmektedir. kadınlar genel olarak düşük gelirli sektörlerde çalışarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Ancak son yıllarda atılan adımlar, kadınların iş hayatındaki durumunu iyileştirmiştir. Birçok şirket, kadınların yönetim kademesinde yer alması için çalışmalar yürütmektedir. Ayrıca, çocuklu kadınların iş hayatına katılımını teşvik etmek amacıyla çocuk bakım hizmetleri sunan şirketler ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda yapılan yasal düzenlemeler ve kampanyalar sayesinde kadınların iş gücüne katılım oranı artmış olsa da hala dünya genelindeki ortalamalardan oldukça düşüktür. Türkiye’de kadınların çalışma hayatındaki rolü, özellikle kırsal kesimlerde ve küçük şehirlerde yetersiz kalmaktadır. Kadınların iş gücüne katılımını arttırmak için öncelikle kadınların eğitimine ve iş gücüne katılımını teşvik eden politikalara ihtiyaç vardır
Örgütlerde kadınlar bazen çalışan olmaktan çok kadın olarak algılanmaktadır. Psikolojik şiddetin temelinde eşitsiz güç ilişkisi yer almaktadır. Çalışanlar arasındaki ilişkilerde eşitsiz güç algısı, statü farkı kadar toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal cinsiyet rollerinin iş yerine ve iş yerindeki ilişkilere yansıması çalışan kadını mobbingin hedefi haline getirebilmektedir. Kadın, çalışan sıfatıyla değil, toplumun ona yüklediği kadın, anne veya eş olarak algılanmaktadır. Bu algı cinsiyetçi ve eril iş yerlerinde biçimlenmiş yönetsel uygulamalar ile yeniden üretilerek kadın çalışanı psikolojik şiddetin hedefi haline getirmektedir. Kamu, özel veya kâr amacı gütmeyen tüm işletmelerde mobbing yaşanabilmektedir. Psikolojik şiddet birdenbire ortaya çıkan bir olgu değildir (Özen, 2016). Dünya üzerinde birçok kadın iş yerinde ayrımcılığa maruz kalmakta, düşük ücret almakta veya cinsiyetleri, renkleri, etnik köken ve inançları gibi nedenler neticesinde mobbinge maruz kalmaktadır. Yetenekleri veya becerileri dikkate alınmadan belirli mesleklerde yer almak zorunda bırakılan bireyler yer aldıkları meslekte ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Cinsiyetleri dolayısıyla insanlara ayrımcı yaklaşımlarda bulunmak her ülkede her iş yerinde insan haklarını hiçe saymak demektir (Dedeoğlu, 2018). İnsan hakları evrensel bildirgesinde “tüm kadın ve erkekler ayrımcılığa uğramadan yaşama, sağlık, eğitim ve çalışma haklarından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptirler” ifadesi yer almaktadır. Kadınların iş hayatında karşılaştığı ayrımcılık ve cinsiyet esaslı şiddetin önlenmesi için de tedbirler alınması gerekmektedir.
Türkiye’de bazı şirketler, kadın çalışanların iş hayatı ile ev ve aile hayatlarını dengede tutmalarına yardımcı olmak için esnek çalışma saatleri gibi uygulamaları benimsemiştir. Bunun yanı sıra, sosyal medya ve diğer iletişim araçları üzerinden kadınların iş hayatında başarı hikayelerinin paylaşılması ve kadınların cesaretlendirilmesi de önemlidir.
Kadınların iş hayatında daha fazla yer almaları sadece onların ve ailelerinin refahını arttırmakla kalmaz, aynı zamanda ülke ekonomisine de önemli katkılar sağlar. Bu nedenle, Türkiye’de toplumsal cinsiyet ve kadının çalışma hayatındaki rolü ile ilgili tartışmaların ve politikaların devam etmesi gerekmektedir. Türkiye, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda dünya genelinde hala çok yol kat etmesi gereken bir ülke olarak görülmektedir. Toplumda kadınların toplumsal değerinin arttırılması gerekmektedir. Kadınların ev dışında da toplumsal hayatta önemli bir yere sahip olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Bu nedenle, kadınların eğitimine ve istihdamına yönelik politika ve düzenlemeler uygulanmalıdır. Yasal düzenlemelerde de kadınların lehine değişiklikler yapılmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda Türkiye’nin yaşadığı sorunlar, diğer ülkelerin de benzer zorluklarla karşı karşıya olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Ancak, Türkiye’nin özellikle son yıllardaki ilerlemeleri, kadınların iş hayatındaki rolünü artırmaya yönelik olarak, özellikle yerel kurumların desteği ile yenilenen hukuk sistematiği ve kamuoyuna duyurulan yeni ekonomik tedbirler sayesinde bir adım öne çıksa da yeterli değil.
Sonuç olarak, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınların iş hayatındaki rolü, hala büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Hem hükümetin hem de toplumun kadınların eşit haklar için çalışması ve kadınların iş hayatındaki rolünü artırması gerekiyor. Sadece iyi bir toplumsal cinsiyet politikası oluşturmakla kalmayıp aynı zamanda uygulamak da, kadınların ekonomik gelişimine ve toplumsal açıdan daha adil bir toplum inşa etmeye yardımcı olacaktır.
KAYNAKÇA
AVŞAR, S. (2017). “Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Tarihsel Rollerini Yitiren Erkekliğin Çöküşü: Küllerinden “Yeni Erkek”liğin Doğuşu.” Kadem Kadın Araştırmaları Dergisi 3(2),224-241.
BÜTÜN,M. (2010). “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Perspektifinden Çocuk Bakım Hizmetleri:Farklı Ülke Uygulamaları”(Uzmanlık Tezi) T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
DEDEOĞLU,S. (2018). “Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitim Rehberi”Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisi, 5-25.
GENÇ, H. (2018). “Atasözlerinde Toplumsal Cinsiyet Algısı Olarak Kadın” Folklor Edebiyat Dergisi, 24,94.
KÖPRÜ, İ. (2022). “Cinsiyet Eşitsizliği Bağlamında Çalışan Sorunları ve Mobbing: Kayseri Medyası Örneği” (Uzmanlık Tezi), 22-40
KÜÇÜK, S. (2003) “ Cinsiyet Ayrımlı Atasözlerinde Kadın ve Erkek Kimliği”. AKÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5/2: 213-224.
OK, B. (2022). “Türkiye’de Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Bir Mekansal Ekonometrik Analiz. Manisa” (Uzmanlık Tezi), 12-19.
ÖZEN,S. (2016) “Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden İşyerinde Toplumsal Cinsiyet” Karatahta İş Yazıları Dergisi 4,123-142.
ULUSOY,İ. (2014) “Farklı Diller ve Kültürlerden Deyim ve Atasözlerindeki Kadın Resimleri” Die Gaste, Sayı: 31,11.